Nâzım’ın Ceviz Ağacı şiirindeki gibi gazetemizin yazıları budak budak, şerhem şerhem edilir, gazeteden kesilip küpür olur ve okurun özel arşivine taşınır.
Eğer gazeteyi bir bütün olarak saklayamıyorsa, bizim okurumuz, gazete yazarlarımızın köşesini, önemli seri yazıları, hatta bir vakitlerin nefes nefese takip edilen tefrika romanlarını yahut belki gün gelir lazım olur diye düşündükleri önemli olayların haberlerini keser biçer, küpür yapıp saklar.
Gazetemiz küpür küpür?doludur ve şimdi sıkı durun, hiç makaslanmayan gazetemizdeki tek sayfa ise Pazar Yazıları sayfasıdır.
Yukarıdan aşağıya doğru yırttığınız zaman dünya kentlerinden gönderilmiş mektup gibi oraların sokaktaki insanını anlatan yazıların sayfası bir bütün olarak ayrılır, katlanır,
bir köşeye konulur. Onun gazetesine gösterdiği dikkat ve özeni, açıkça söylemekten asla çekinmeden iddia ederim ki, başka gazete okurları yapmaz. Zaten Cumhuriyet, siyasette?veya dünya ölçeğinde mühim bir şey olduğunda, kendi gazetesini, ajansları, radyo ve televizyonları izleyenlerin “Dur bakalım, Cumhuriyet bu meseleyi nasıl?ele almış?” diye başvurduğu yegâne gazetedir; bununla kıvanç duyarım.
Bu kıvancı ve övüncü 47 senedir duyuyorum zaten…
1977’nin eylül ayında, o zamanların efsane genel yayın yönetmeni olan, rahmetli?Oktay Kurtböke’ye beni teslim ettiklerinde başlayan muhabirlik yıllarım, o vakitten bu yana beni Cumhuriyet “mensubu” yaptı; hiç kopmadım.
Araya giren yurtdışı yıllarında, ABD’deyken başlayan ve sonrasında Kanada’dan dış haberler sayfasının Pazar Yazıları bağlantısına haber-yorum yazarı olarak devam ettim. 2000 yılıydı ilk yazımı gazeteme oralardan gönderdiğimde; demek 24 sene geçmiş…
Belçika’dan İsveç’e, Güney Afrika’dan Güney Kore’ye, Kanada’dan İngiltere’ye kadar şehir mektuplarımız ulaşır?her pazar günü.Türk basınında Cumhuriyet’in Pazar Yazıları?bir ekoldür, bir öncüdür, rekoru kırılamayan bir ısrar ve hevesle devam edegelmiştir; bugün de sayfamızın heveskâr gazeteci yazarları okurumuza yaşadıkları, bulundukları şehrin havasını suyunu yansıtmaya devam eder.
Cumhuriyet arşivini tırtıklıyorum: 1986’da Nilgün Cerrahoğlu Madrid’den yazıyor, Sosyalist Başbakan “Gonzalez’e büyük darbe”; Fransa’dan Sabetay Varol bir başka Paris yazısıyla okuru selamlıyor; Bonn’da Ulya Üçer, Amerikan Dışişleri Bakanı Kissinger’e ait bir şeyi ele alıyor; Londra’dan Ragıp?Duran o haftanın?öne çıkan 4 yıldız?ismini bizlere yetiştiriyor, ki aralarında İngiltere’ye konsere gelen Bruce Springsten de vardır; Hamburg’dan, Bonn yazarına eşlik edecek biçimde Hadi Uluengin “Kuzeyli Temmuzlar” başlıklı yazıyla liman şehrinin havasından söz ediyor; Stockholm’den Yavuz Baydar, şehrin kaldırım müzisyenlerini anlatıyor ve nihayet New York’tan Amerika’nın Sesi Radyosu’nun Türkçe Servisini kuran gazeteci Tanju Akerson 16 aylık bir kız bebeğin manken olarak günde 1000 Dolar -annesine babasına- kazandırdığından bizi haberdar ediyor; hepsi pazar sakinliğinde okunacak yazılar.
Fakat kadroya bakar mısınız?
Her biri, bilen bilir, gazeteciliğin unutulmaz isimleridir.
Arşiv asla unutmaz; 1988’de Arjantin’de Buenos Aires’dan Vamık Kural, Danimarka’da Kopenhag’dan Ferruh Yılmaz, Samoa Adaları’nın başkenti Apia’dan ise seyyah ve tıp adamı Nadir Paksoy sayfaya dahil olmuş; bir de Stuttgart’dan Ahmet Arpad yazısıyla okunuyor. 3 Temmuz 1988 tarihli gazete…
Arpad halen ekolümüzün sürükleyici yazarları arasındadır; yeni yazarlarımızla yola devam ediyoruz: Lizbon’dan Ayşenur Tanrıverdi, önceleri Cakarta’dan ve şimdi Londra’dan Gülseren Jordan, Atina’dan Ayşe Ferlier, Brüksel’den Erdinç Utku, Hollanda’dan Mehmet Emin Alkanlar, İsviçre’den Aslıhan Dağıstanlı Aysev, Kiev’den Deniz Berktay, İsviçre’den hem Osman İkiz hem Ali Haydar Nergis, Güney Afrika’dan Elif Günsel, Fransa’dan Süleyman Tosunoğlu ve Saadet Tantan Civas; daha pek çok isim.
Kaybettiklerimizi sıralaması acı, hepsinin hatırası da bizimledir; Paris’ten Uğur Hüküm, Viyana’dan Selim Yalçıner, daha nice isim; ruhları şad olsun.
Bu gazetecilik tarzının kurucu babası sayılan Amerikan hikâyecisi, romancı Ernest Hemingway’dir. Balkan Savaşı’nda ABD’deki Kansas City gazetesine “War Correspondent” olmuştu, yani savaş mektupçusu…
Edebiyatın bir türü olan mektup sanatının gazetecilikle buluştuğu bu tarzı Türk basınına kazandıran Cumhuriyet’in Pazar Sayfaları bir ekol olarak yaklaşık 30 yıldır sürmekte; yazarlarımız da Cumhuriyet’in meraklı okuruna mektup yazmaya devam eder.
Mademki gazeteciliğimizin bu tarzının ustası olarak Hemingway’i verdik, bizdeki ilk ustası, gazetemizin en eski mektupçusu olan Kosta Daponte’dir; Atina Mektupları’nı 1967’lerden itibaren okurumuza postladı. Atina muhabirimiz Kosta, 1978’de genç yaşta trafik kazasında hayatını kaybetti. Pazar Yazıları sayfamızın ilk örneklerini ondan okuyup öğrenmiştik; toprağı bol olsun.